Ana içeriğe atla

LEYLA

                                               YILLIK İZİN
      Yaz sıcağından bunalmış vaziyette dışarı attım kendimi, yorucu iş hayatından kaçmış, antalyanın sıcağına yakalanmıştım bile bile. Bilerek geldiğim bu şehre, her şeyden kaçmaya gelmiştim, ne kafamda müdürümün istediği raporlar, ne dostlarımın pek de umursamadığım dertleri ne de kendimi, çok sevdiğime inandırdığım kız arkadaşım vardı ha bi de, ne de ailem, en önemlisini unutmam benim hatam. Zaten böyle değil midir standartlarda yaşayan bir insanın sahip oldukları, sanki zorunluyuz bunlara.
       2 haftalık yıllık iznimin hepsini kullanmaya karar kılmıştım, ne bir hastalık anı ne bir ölüm haberi ne de bir evlilik haberi umrumda değildi. Bir sene boyunca başka tatil yapamayacak olmanın getirdiği bilinçle tüm paramı burada lükse boğularak harcayacaktım. Bir çok ülkeden gelen, özellikle rusların yoğun olduğu antalya havaalanında,  tatilin bana iyi geleceğine dair hiç şüphem kalmamıştı.  Kimseye haber vermememin, önümde ki saatlerde sorun yaratacağını düşünerek taksiye bindim.
      Kaleiçine gelmeme rağmen daha kimse aramamıştı hatta otele yerleşip bavulumu ve çantamı odanın bir köşesine koymama rağmen kimse aramadı, sevgilim bile.  Birden çekip gitmem onu kızdırmış olmalı, her şey güllük gülistanlık devam ederken. İşten sonra arkadaşlarımızla beraber vakit geçiriyor çoğu gece ailesinden izin alarak ben de kalıyor özellikle haftasonları sabahlara kadar sevişiyorduk. Ben evlenmek istemiyordum ama o hayatını benle geçirmeye dünden razıydı ve hayat geçerken bunu bir merasimle herkes önünde belirtmeli , yakın arkadaşlarımızı şahit olarak seçip imzalarını , bizim de imzaladığımız küçücük bir cüzdanda görmeliydik. Onunla yaşamaktan mutluydum keşke böyle istekleri olmasaydı. Ben tüm bunları düşünürken sevgilim aradı:
-“alo “dedi, sesi hüzünlüydü.
-“merhaba ezgi , neden bu kadar uzun sürdü araman .” sesimde aşağılık bir gurur hakimdi.
-“neden söylemedin bana gittiğini , biliyorum son zamanlarda çok fazla direttim evlenelim evlenelim diye ama haber versen olmaz mıydı.” Artık hüzünden çok mağrurlu olmaya çalışan pek başarılı olamayan ses tonu vardı.
-“yalnız kalmaya ihtiyacım var, sıkıldım bu hayattan, ne kadar anlatsam da bir türlü anlamadığın problemlerim var ezgi , bunları çözmem lazım izin ver bana biraz, yılın 14 günü benim olsun bari, zaten geri kalan 351 gün ve 6 saat aynı şeyi yaşamaktayız ve beraberiz , senle mutluyum ezgi unutma bunu ama sadece izin ver biraz bana.” dedim ve cevap beklemeden telefonu yüzüne kapadım, sesim titremişti son cümlemden dolayı ve biliyordum artık 2 hafta boyunca sevgilisi olmayan bir erkek olabilecektim, ezgi çok gururluydu ben arayıp ona derdimi anlatana kadar aramayacaktı ve bana bağlılığını sürdürecekti, sürdürmek zorunda hissedecekti, çünkü sevdiğine inandırmıştı kendini. Son cümle her zaman önemliydi kadınlar için , onla mutlu olduğumu duymak yetecekti ona , saf kız bu ezgi , ona aşık, dilediğini yapabilecek ,365 gün ve 6 saat yanından ayrılmayacak birini hak ediyor, şimdi ise benim gibi bir duygu zorbasıyla beraber, duygularını alaşağı eden , kendini mutlu etmek için başkalarıyla birlikte olan bana aşık, ah be ezgi , keşke sevmeseydin  beni , belki daha mutlu olabilirdin benden çook uzakta.
         Kafamda ki bu minik pürüzü de hallettikten sonra yapacağım tek şey bu sıcak havalarda soğuk bir duş almak oldu. Koskoca 14 günüm başlamıştı ve her anını dolu dolu yaşamak istiyordum, hayatımın son 14 günü olmalıydı bu , istanbula, monoton hayatıma döneceğim gün tekrardan doğmuş olacaktım ne yazık ki. Soğuk duşun etkisiyle sertleşmiş vücudum, havaalanında gördüğüm inanılmaz fiziğe sahip rus kadınları arzuluyordu. Bir an için bu düşünceden sıyrılıp eşyalarımı odaya düzgünce yerleştirmeye koyuldum, bir iki dostuma ve aileme mesaj gönderdim ve tabiki müdürüme de durumu açıkladım, allahtan kalifeye ve vazgeçilmez bir elemandım şirket için yoksa çat kapı kim gidebilirdi ki yıllık izne hem de 14 gün , inanamıyordum hayatımda ki en büyük lüksün bu olmasına , sadece o an için hayat manasızlaşsa da sonrasında geceyi yalnız geçirmemek istediğimi anladım, en güzel kıyafetlerimi giyindim, aklandım paklandım, parfümler sıktım. Artık arzulanabilecek bir erkektim, fiziğim iyidi , güzel bir işim ve bolcada param vardı , 14 gün içerisinde dünyadaki tüm kadınlar benim olabilirdi. Geri kalan 351 gün 6 saat ezgi yeterli olacaktı, şimdilik. Başka bir erkektim artık, 14 gün sürecek değişimdi bu bile bile değişilen. Havanın az da olsa serinlemesini fırsat bilip çıktım kaleiçinin tarih ve özlem kokan sokaklarına. Turist avcıları dükkanlar sıra sıra dizilmiş bekliyorlardı, esmer tenimden turist olmadığımı çok çabuk anlayan esnaf , ne kadar serinlese de bu saatte, sıcak Antalya havasında, herhangi bir şey satamayacağından bana, yerinden kıpırdamaya bile yeltenmediler, ben de hafif tebessümle yoluma devam ettim.  Kesik minareye geldiğim zaman etrafın güzelliğinin tadını çıkardım , minarenin karşısındaki mekanda canlı müzik çalıyor, öğrenci olduklarını tahmin ettiğim gençler buz gibi birayı içerek sohbetlerine devam ediyordu, ne kadar yaşlanmış olsam da bir sandalye çekip yanlarına oturup , bira şipariş etmeden otlakçılık yapmak istedim , sohbetlerinde yer almak istedim, bir kaç dakika öylece etrafımı izledim , insanlar burda mutluydu. Kesik minareden dümdüz devam ettim , kaleiçinin kendine has alt kısmı taştan, üstleri genelde tahtadan  olan evlerin arasından geçtim, sokaklar devirler arası gezintiye çıkardı , nazlı nazlı sokaklarda yürüyen osmanlı, kadınlarını, kaleiçinin külhanbeylerini zihnimde canlandırıyordu sokaklar. Kesik minareden sonra , karaoğlan parkına bağlanan , küçük meydana ulaştım, antalyanın engin toroslarıyla karşı karşıyaydım artık ve güneş beni beklemiş olmalı batmak için, ilginç bir şekilde huzur doldu ruhum, sonrasında bir merak bürüdü bedenimi ve zihnimi, neden güneşin batışı beni bu denli etkiledi, etkileyebildi. Bu sorunun ağırlığıyla bir banka oturdum, hem zevk alıyordum anın mükemmelliğinden, hem de mükemmelliği keşfetmeye uğraşıyordu zihnim. Ben tüm bunları yaparken,  insanlar sadece insanlardı, zaten çoğu sevgililerden oluşmaktaydı. Bu eşsiz manzara belki de onların yeriydi. Ölüm parladı birden , ölmeyecektim bugün ve 14 gün boyuncada ölmeyeceğime inandırmıştı gün batımı, yarınım kesindi artık , güneş bir gün daha ölmüştü ama ben yaşayacaktım ay ile yaşayacaktım ve yarına uyanacaktım.Gün batımı, insanın en büyük umutlarından biriydi.  Ölümü yendiğimizin kanıtıydı, ve biz insanlar bundan dolayı severdik, huzur bulurduk güneşin batmasından. Kendi kendine cevapladığım bu soru , inanılmaz bir güç verdi bana, erkektim ve erkekliğimi hissediyordum , güneş ölmüştü ve güneş doğmadan yaşayacağım saatlerim vardı benim. Hevesle banktan kalktım. Hıdırlık kulesinin ardındaki gene torosları gören castle kafeye oturdum, buz gibi bira ve fıstık ısmarladım, cevabını bulduğum huzur katlanmıştı , kanım daha hızlı dolaşıyordu damarlarımda artık, yaşıyordum ve kadınlar çok güzeldi. Uzun sürmedi ilk biramı bitirmem, ikinci biram daha erken bitti. Yan masadaki genç kızların, üzerimde ki gözlerini sezebiliyordum, çıtı pıtı kızlardı ve onları tatmin etmesi gereken başka gençler vardı ben onlar için fazla tecrübeli, fazla yaşlıydım. Üçüncü biram geldiğinde , mekana utangaçlığıyla giren kırmızı rujuyla dudaklarının çekiciliği artmış olan ve sade askılı elbisesiyle -simsiyah uzun bir askılı elbiseydi- göz dolduran bir kadın girdi. Bir biraya baktım, bir ona sonrasında içebileceğim en büyük yudumu içtim, 50lik biranın nerdeyse yarısı gitmişti bile, ikinci kez ona baktığımda beyaz tenini fark ettim , beyaz tenini geç fark etmemin sebebi dolgun dudaklarına ek olarak zarif yüzüydü ki yüzü de bembeyazdı, o simsiyah elbisesinde, siyah ve beyazın tatlı kardeşliğini yakalamıştı , kesinlikle gri yakışamazdı ona . Dudağından öpmeliydim  yoksa gün batımının hiç önemi kalmayacaktı. Kesinlikle yatağımda olması gereken kişi oydu , ezginin aklıma gelip küçük bir yarışmadan sonra kazananın siyah elbiseli kadın olması kesinlikle benim suçum değildi. İlk göz göze geldiğimiz an, onunda  benliğimi hissetiğini anladım , kapıdan girerken ki utangaçlığı olmasa mavi gözlerime daha çok bakmak istediğinden hiç şüphem olmayacaktı ki  artık yoktu , tek yapmam gereken doğru anı beklemekti.
      Dolgun dudaklarıyla içti kırmızı şarabı, takip ediyordu gözlerim, boynunda kalakalıyordum, nasıl da mükemmel bir boyundu öyle , Michelangelonun taşa aktarmak isteyeceği güzellikteydi vücudunun hatları, hele boynu … ikinci göz göze geldiğimizde gülümsedim, ak yanağı , allaştı, güvenim bir kat daha arttı. Telefonuyla uğraşıyordu , başkasının gelmeyeceğinden emindim, ara ara ben tarafa bakıyordu, dördüncü biramı bitirdiğimde, masasına gitme zamanı geldiğini anladım, usul usul oturduğu masaya yönelip
-“merhaba ,oturabilir miyim?” diyip, oturdum
-“cevap vermedim size ve  kim oluyorsunuz da masama oturuyorsunuz hadsizliktir bu yaptığınız” dedi. sesi ciddiyetten uzaktı , öfkeden ziyade monoton bir ses tonu hakimdi
-“afedersiniz hanımefendi , bendeniz Yağız , yüzünüzden o kadar etkilendim ki , konuşmamak sizle hayatımda bir kayıp olacaktı.” Sesim cüretkar ve bakışlarım netti, ince bir tebessüm ekledim dudaklarıma, sonrasında ince bir gülüşte hatta minik bir kahkahayla karşıladı beni,
-“şaka yaptım canım size'' diyip elimi sıktı ve devam etti. ''Ben Leyla, yüzümden etkilendiğiniz kadar ben de sizin gözlerinizden etkilendim.” Eşsiz utangaçlığını takınmıştı gene.
- teşekkür ederek devam ettim, “buralı mısınız?”
-“evet , ama görüyorum ki hayran hayran bakışlarınız ve dinlenmeye muhtaç omuzlarınızdan  , sizin istanbuldan gelen , iş hayatından kaçmış biri olduğunuzu ele veriyor, hatta sevgiliniz var ve çok cüretkarsınız, başka bir kadının masasına oturmak için.” Affallamıştım.
-“inanılmaz.” Diyebildim sadece ve devam ettim, “kimsin sen?”
-“dedim ya Leyla benim adım , insanları seven bir insanım. Insanların beni sevmesi, beğenmesi hoşuma gider” utangaçlıktan eser yoktu bu söylemde, inanılmazdı, nasıl bu kadar şehvet katabiliyordu kendine, merak uyandırıyordu.
      Hayran hayran, farkında olmadan konuştum onunla, hem çelimsiz savunmasız bir ceylandı , çitalardan, aslanlardan korkan ,hem de ormanlar kralını dize getirebilecek dişi aslandı, hayatlarımızdan bahsettik, tüm sıkılmışlığımı dökmüştüm masaya ve masada yer kalmamıştı artık, o üçüncü kadehini bitirmişti, ben ise toplamda 8. Biramdaydım. Başka yere geçme konusunda hem fikir olduk, daha hareketli bir yere gittik, çoğunluk liseli kesmin doldurduğu mekandı yeni durağımız, ama leylanın yaşına rağmen, ki 26 yaşındaymış, fiziği, hali , tavrı kendisine her yerde baktırabiliyordu, o kadar açık saçık giyinen diri mi diri liseli kızlara rağmen. Danstan kaçmak istememe kızıp, kendisine doğru çekip sarmaya başlamıştı ki , hakimiyetin elimden gittiğini anlamaya başladım, gittikçe ezgileşiyordum ama umrumda değildi, hem kendime hem ona yalan söylüyordum, yalandan yere gerçeklerden kaçıyordum. Karşımda dans edişi, bana yakınlaşması, elbisesini hafif hafif sıyırışı ve tabi son olarak dudaklarımdan öpüşü. Hakimiyet artık onundu. Ezginin ince bir dudağı vardı, leylanın ise….. otele beraber gitmememiz artık, imkansızdı. Mekandan çıktığımızda her şeyi tam hatırlayamamaktaydım, artık rahatça leylayı öpüp sarabiliyordum ve o kaleiçi sokaklarında yalın ayak yürüyordu. Saçı, tarif edemediğim saçı gecenin rüzgarında yüzüme vuruyordu, gözümü kapatıyordum saçının kokusuyla ilerliyordum artık, yüzünde gülme eksik olamıyordu bir türlü , öpüşmekten silinmiş ruju, rujsuzluğu doğallığına karışıyor dudaklarında, gülmesiyle bana çarpıyordu. Her gülüşü, her dokunuşu , her boyun hareketi artık beni tahrik ediyordu . Bir an önce otele gidip soymak istiyordum onu. Otele vardığımızda heyecanım kat be kat artmıştı. Ikinci katta ki odama çıkarken onun merdivenden yürüyüşünü izledim, bembeyaz topuğundan , uyluğuna kadar ki kısmı görebilmek , şehvetin gizli hali , onu soyma isteğimi arttırmıştı. Odaya ilk giren o oldu, peşinden bir köpek gibi onu takip eden ben. Çantasını ve ayakkabılarını bavulumun üstüne koydu, utangaçlıktan eser kalmayan yüzüne, müstehcen bir sırıtış takınarak, kolunu bana uzatıp , işaret parmağıyla kendisine çağırdı , açlıktan ölecek olan birinin yemeğiydi benim için o an, yavaş yavaş – neden yavaş gittiğimi hatırlayamıyorum bile, hiçbir şeyi kontrol edebilecek durumda değildim- yaklaştım ona, işaret parmağı dudağımda gezindi, hala hareketsizdim , dudağımdan öpmeye çalıştı , boyum uzun olduğundan çok rahat olmamıştı , en ufak bir harekette bulunamıyordum, sakince yatağa oturmamı sağladı, bir adım geri giderek anı durdurdu, askılı elbisesini , omuzlarından teker teker düşürdü , ikincisini indirdiği an elbise yok oldu, karşımdaki manzara hayal ettiğimden daha göz alıcıydı, memeleri çok büyük olmamakla birlikte , orantılıydı, dümdüz şekilli bir gövde, simsiyah bir tanga, şekilli kalçası , kadınlığın en büyük simgelerinden biriydi, vahşi bir kedi gibi yaklaşmaya başladı bana ,hala ve hala kımıldamadan beklemek dışında hiçbir şey yapamıyordum, açık bacaklarımı kapatıp , dizinin birini yatağın ucuna koydu, nefesimin artık ilk ulaştığı yer, göbeğiydi , nefesimin sıcaklığının onu gıdıklaması hoşuna gitmişti , sonrasında diğer dizini de diğer yanıma atarak kucağıma oturdu, dünyanın en yumuşak ağırlığıydı o, dudağımdan başlayarak yüzümün her yerini öpmeye başladı , kulağıma geldiğinde , diliyle kulak mememde bir şeyler yapması , erekte olmama sebep oldu, sonrasında söylediği tek şey beni hem harekete geçirdi hem korkuttu hem de anlık ereksiyon olmamı engelledi, söylediği cümle şuydu
-“sen benimsin”
Sabaha kadar seviştik , uzun uzun ,ezgiyle sevişemediğimiz kadar bütünleştik , yaptığı her hareket beni daha da çoşturuyordu, tek garip yani hiç bir kez göz göze gelemiyordum, ya tamamen kapalı  oluyordu gözleri ya da başka tarafa bakıp inliyordu, gözlerini görebilseydim ona aşık olabilirdim. Üzerimde uyuyakaldı ,saçlarını okşaya okşaya ben de uyumuşum.
      Öğlene doğru uyandığımda , üzerimde leylanın olmaması beni huzursuz etti, seslendim , Leyla gitmişti, ilk gecemin böyle geçeceğini yatakta tek başına bir kadını arzulayacağımı hiç tahmin etmiyordum, evet herhangi bir kadınla sevişecektim ama sabah olduğunda kim olduğunu umursamadan ertesi gün başka bir kadınla olabilecektim, ah be Leyla ,ertesi 3 gün boyunca onun izini sürmeye çalıştım gittiğimiz mekanlara gittim , avare avare sokaklarda dolaştım , Leyla hakkında bilgiler topladım, Leyla özgür ruhtu , ressamdı kendisi, aynı zamanda marka illüstrasyonu yapıyordu, yaşadığı yeri kimse bilmemekle birlikte , kaleiçi esnafının ve yerlisinin nerdeyse hepsi leylayı tanıyorlardı, üstüne üstlük gözlerinde ki arzuyu da görebiliyordum, eğer Leyla bir gece geçirmişsem şanslı saymalıymışım kendimi ,öyle diyordu castle kafedeki garson, uzun bir süre gözükmeyeceğini ısrarla yineliyordu, böyle davranırmış , birini gözüne kestirir , yarı utangaç yarı cüretkar haliyle ,av-avcı mekanizmasını anlaşılmaz bir hale sokar ertesi gün ise en başından beri avcının kendisi olduğunu ve avın erkeğin kendisi olduğunu, kendi kendilerine yüzlerine vurdurturmuş, 14 gün , avcı olmak için geldiğim yıllık izinde ilk günden avlanmıştım ve şimdiden 9 günüm gitmiş , bu süre boyunca hep leylayı düşünmüş aramıştım, ama nafile hiç bir sonuç yoktu elimde onun hayatında bir kaç değersiz bilgi dışında. Ah be Leyla.
Onuncü gün, yaz sıcağından bunalmış vaziyette dışarı attım kendimi, ne yapmam gerektiğini artık hiç bilmiyordum, yaşamam gereken her günü neredeyse aynı olan 351 günümü özlemek üzereydim, kaleiçinin labirenti andıran sokaklarında yürümekten başka çarem yoktu , kaybolmuştum, hem leylanın izinde hem kaleiçinde , gökyüzüne bakmıyordum hem çok güneşliydi hem de umudum kalmamıştı , sanki hep bu sokaklarda yürüyecek leylayı aramayı düşüne düşüne , ve sürekli her yeni sokakta kaybolacaktım, artık sadece sağ tarafa yürüyordum , neredeyse tüm evler aynı hissi veriyor artık , ilk gün kü mükemmeliyet yoktu artık, mağarada mahsur kalmış , yıllarca karanlıkta yaşayan birinin ışığı görmesi gibi birden , meydana çıkan yolu keşfettim , cumhuriyet meydanına çıkmıştım, o da ne , Leyla , Leyla , Leyla evet ordaydı meydanın köşesinde büyük çınar ağacının altına oturmuş , karşısındaki uyuyakalmış köpeği çiziyordu, köpeğinin ardında eski evlerin çatıları ve yivli minarenin sivri kulesi yer almaktaydı , gerçekten çizilmesi ya da fotoğraflanması gereken bir andı, köpek insanlaşmıştı, pes etmişti , umursamamıştı , uyumuştu ve Leyla bunu fark ederek onu çiziyordu. Ah be Leyla , başında hasırdan geniş şapka , saçları toplanıp şapkaya saklanmış, beyaz teni de güneşten. Üzerinde askılı bir penye ,göbeğini saklamayan ,saklamak istemeyen türden, altında kot şort, pürüsüz bacaklarını kıvançla sunmakta ve Leyla sanki bedeni kendi bedeni değilmişcesine umursamandan , kusursuz anı resmetmekteydi. Usulca yaklaştım yanında ki boşluğa oturdum , beni fark etmedi bile , önündeki kağıda resmetmeye devam ediyordu, ve köpek kağıdın içinde uyumaya devam ediyordu, o resmediyordu ben de onu inceliyor , o anın her ayrıntısını hafızama kazıyordum, resmi bitirmesine yakın
-“merhaba” dedim
-“aaaa , yağız sen miydin , ben de diyorum kim bu adam , neden seslenmedin gelir gelmez “ sanki yıllardır dostuk, tüm sıcaklığıyla sardı beni,
-“rahatsız etmek istemedim” sesim çekingen ve sadıktı bir köle gibiydi, devam ettim ardından,”neden gittin , neden uyandırmadın beni ve neden hiç geri dönmedin?” tüm cesaretimle sormuştum.
-“ben hep burdaydım yağız, çoğu kişi bilmez ama evim meydanın arka taraflarında , ama hep buralardaydım , sen beni görmemeyi tercih ettin, seni uyandırmam hiç bir işe yaramazdı sadece uzunca gereksiz bir konuşma yaşanmasına sebep olurdu, gecemiz fazlasıyla zevk doluydu, işini çok iyi biliyorsun , kız arkadaşın şanslı, lakin benim için tek gece yeterli yağızcım , daha fazlasına hiç ihtiyaç duymadım, kimsenin olmam ben , hatta kendimin bile değilim , hatırlıyor musun insanları seven bir insanım demiştim sana , işte o şöyle olmalı ‘insanları seven, kimsesiz bir insanım ben’ herkesleyim ve aynı zamanda hiç kimseyleyim, her yerdeyim ve aynı zamanda sadece burdayım , insanım sadece “ şefkatle anlatıyordu bunları , ilkokuldaki anaç öğretmenim  nil hocayı hatırlatmıştı bana, leyla devam ediyordu “evet tatilini biraz rezil etmiş olabilirim ama gecemiz gerçekten güzel ve şiddetliydi eminim sadece benle sevişmisindir tatil süresince ama olsun gene de karlı çıkmış sayabilirsin kendini, hem daha 4 gecen var , senin gibi birisi eminim isterse 4 geceyi de farklı kızlarla bitirebilir” artık şefkatten çok tatlı bir hal almıştı tavrı.
-“naptın peki bana, neden böyle oldum , neden çaresizleşiyorum karşında”cesaret yerini öfkeye bırakmaya uğraşıyordu.
-“karşımda çaresizleşmek istedin , evet biraz oyun oynadım ama sonuçta bunun olmasını sen istedin , kabul ettin beni, ne kadar düşünmüş olsanda, dilediğin gibi içime girip ertesi gün hiçbir şey olmamış halde hayatına devam etmeyi , tüm bunları kafanda kurmuş hatta oynamış olsan da hatta ve hatta başka kadınlarda yaşamış olsan da, aynısını ben tarafımdan yapılınca sana , kontrolü ben alınca , sevişirken bile ben seni yönetince böyle afallıyorsun , afallıyorsunuz. En önemlisi bir iktidar oyununa dönüştürmemek kadın ve erkeği , yoksa böyle çaresizleşiyoruz, gençliğim de ben yaptım aynı hatayı yağızcım , aslında buna hatada dememek lazım , zevk dolu, mutluluk dolu günlerdi ve bitti hepsi bu kadar , acı çekmek manasızmış, sen iyisimi git bu gece bir mekana , gözüne kestir güzel mi güzel genç bir kız , doya doya seviş onunla sabaha çıkmayacak şekilde seviş hem de , dünyayı sevişmeniz kurtacakmış gibi seviş onunla ve bunu gidene kadar tekrarla ve sonra sevgiline koş , ona sevdiğini söyle , işe git , ailenle vakit geçir , dostlarınla eğlen , müdürünün arkasından küfret, ve öl hepsi bu kadar işte , yağız böyle ölecek ve yağızın hayatından leyla geçmiş olacak , yağızla Leyla hayatlarının bir gecesinde bütünleşmiş olacak , ne kadar güzel değil mi” sanki hayatın tüm sırlarını keşfetmişti , hayatla herhangi bir sıkıntısı olmadığı gibi, beklentisi de yoktu, ve bunu mutlulukla paylaşıyordu benle , bana keşfettiği anlamı aktarmaya çalışıyordu , yüzü güleçti , dudakları…. Bense tüm duyguları ceplerime sıkıştırıp sadece elimde şaşkınlığı tutuyordum ve onu hissediyordum, her şeyimi etkilemişti o an Leyla, düşünme yapımı bile .
-“sana aşık değilim değil mi aslında” sadece bunu diyebildim. Tatlı bir gülüşten sonra devam etti.
-“değilsin yağızcım , ama olmak istiyorsun, aşka inanmak istiyorsun, inancın ile yokluğu var etmek istiyorsun, ama inan bana gerek yok buna , yıllar sonra karşılaşırız belki gene bir yerlerde ve gene sevişiriz sabaha kadar , dikkat etmelisin lakin sevgilinleyken denk gelirsek birbirimize sadece bir kez sevişiriz.” Kahkaha attı burda , cüretkarlığı bir seviye daha etkiledi.
-“ne yapacaksın peki , benim hayatım söylediğin gibi geçecek, peki ya sen ne yapacaksın?” gerçek merak ile sormuştum.
-“Leyla olup , kimsesizliğimi  aramaya devam edeceğim , yağızlarla karşılayacağım , birollarla konuşup , alilerle oturacağım, ayşe teyzeden bir fincan kahve alıp , kahve pişireceğim ,sonrasında belki bir çanta hazırlayıp yola çıkacağım, yolda ölüp , evimde tekrardan dirileceğim. Bayramda büyüklerimin ellerinden öpüp , küçüklerin yanaklarından öpeceğim , en önemlisi resmedeceğim , nefes alacağım bir de, nefesim kesilince öleceğim ve muhtemelen sonrasında tekrardan yaşayacağım,” nutkum tutulmuştu, her kelimesi yüzüme çarpan tokattı , her biri beni sersemletiyordu, “yağızcım sen beni düşünme, benle karşılaşmaya da çalışma , yaşaman gereken hayatı yaşa ve sonrasında da öl, ölmemezlikte etme,” resmettiği uyuyan köpek uyanmıştı , resimde ki uyuyan köpeği benim almamı istedi, ve ekledi
-“al ki bunu benden bir hatıra olsun ve söylediğim sözleri aklına getirme şansın olsun, uyuyan köpeği uyandırmamak lazım unutma bir de bunu” gene kahkaha atmıştı , aslında komik bir alakasızlıktı hayat onun için, alakasızlıktan zevk alan biriydi Leyla.
-“ dudağından öpmek istiyorum son kez” dedim, gerçekten son istediğim, son kez dudaklarını öpmekti ve o da beklemeden yanı başında olan beni öptü, uzun uzun öpüştük orada, amcaların gözleri ayıramadı dudaklarımızı, antalyanın sıcağı ayıramadı dudaklarımızı , yeri sarsarak geçen eski tramvayda ayıramadı dudaklarımızı , dudaklarımızı Leyla buluşturmuştu, Leyla ayırdı.
Sarılmadan ayrıldık, hayatımdan daha doğrusu yıllık iznimden Leyla geçmişti  -iyi ki de geçmiş-, bana da yeri sarsarak geçen eski tramvay yolunu takip etmek düştü, ardımda Leyla büyük çınar ağacı gölgesinin tadını çıkarıyordu, artık onu merak etmiyordum , tamamlamıştı bende kendini, ah be Leyla, taşırsaydın keşke bende kendini,  bu düşünceyle cumhuriyet meydanından güllüğe kadar yürüdüm, saat hala erkendi , 4 olmamıştı daha , falezler boyunca yürümeye devam ettim,  güllükten konyaaltı caddesine ulaştım , kafamda en ufak soru yoktu , sadece ve sadece leylanın dedikleri zihnimde tekrarlanıyordu , defalarca ve defalarca, dondurmacı gördüm hemide maraş ,istemsizce dondurma aldım ve varyanta kadar yürümeyi sürdürdüm , varyantta ulaştığım da dondurmam çoktan bitmişti , Leyla tıpkı dondurma gibiydi , dondurmanın soğuğu hala içerimdeydi, varyanttan, akmye(atatürk kültür merkezi) girdim, antalyanın en güzel peyzajına sahip parklarından biriydi burası , ağaçlar  arasından akdenizin maviliği ve torosların enginliği seçilebiliniyordu, 1 saat kadar parkı yürüdüm de yürüdüm, yorulmuyordum , park çıkışında , bir avm vardı, oraya girdim ve yemek yedim , yemeğin ardından yorgunluğu hissettim, avm içerisinde ki kitapçıya girip bakındım olur olmaz, Leyla hala o ağacın gölgesinin altında olmalıydı, ama ben burdaydım, öykü gazetesi adlı dergi dikkatimi çekti , kurcaladım biraz , hep aynı şeyler dönüp dolaşılıp anlatılıyordu, raflar hep aynıydı, en farklısı bile hep aynıydı, kalitelerini inkar edemeden hepsinden uzaklaştım , insandı onlar da sonuçta.  Leylanın dediklerini düşündüm gene çıkarken , aralarından en işime yarayacak olanı en azından yıllık izindeyken , yeni bir kızla geceyi geçirme fikrini kafama koydum, migros önünden geçen ve antalyalılar  tarafından çok sevildiğini ve çok kullanıldığını öğrendiğim KL08 otobüsüne binerek, üç kapılarda indim, otele dönüp soğuk bir duş aldım, hala leylanın sıcaklığı dudaklarımdaydı oysa ki , hazırlanıp zaten geceye yakın zamanın kollarına bıraktım kendimi, gittiğim mekanda genç bir kızla – muhtemelen lise son olmalı- sürekli bakıştık , bana yakın dans ederek vücudunu gösteriyordu , olgunluğun tadını çıkarıyordum, genç bir kız olarak 28 yaşında erkekliğin zirvelerindeki , uzun ve kalıplı vücudum , esmer tenim , onun gibi genç kadını tahrik ediyordu , her şeyin ötesinde ondan daha tecrübeliydim her konuda, uzatmadan yaklaştım kıza, sürtünmeye dünden razıydı, adını hiç  sormadım, Leyla ve hatta ezgide ki his yoktu, olmasınada gerek yoktu, gecenin sonunda kız otele gelmeye çoktan razıydı, otel odasına girdiğimizde , küçük genç kadın çok sabırsızdı , direk kucağıma atlamıştı, ve kendini tamamen bana bırakmış vaziyetteydi , dudakları ince olmasına rağmen , zevk vericiydi, ister istemez leylayla kıyaslıyordum onu , hızlı hızlı soydum ve kendim de soyundum , küçük bedeni altımda can çekişiyordu, gözleri gözlerimi arıyordu, bulmasına izin vermiyordum hiç bir zaman , yüzünü görmeyeceğim vaziyette içine giriyordum ve çoktan yorulmuştu genç kalbi , hayat zevkten ibaretti onun için, hayatın monotonluğuyla tanışmamıştı bile , bitkin şekilde yatağa attı kendini en sonunda ,  çırılçıplak uyuduk, saçını okşamamıştım bir kez olsun. Sabah kalktığın da mutluydu , benden beklentileri vardı , belki yarında gelirim diye düşünüyordu , gecenin boş geçme ihtimaline karşı telefon numarasını almıştım, otelde kahvaltı yaptıktan sonra gitti.
Son iki gecem kalmıştı, saatler artık daha hızlı geçiyordu,  Antalyada gidilmedik yer, mekan bırakmamıştım nerdeyse , daha da ötesi Leyla vardı bir yerde , tekrardan dönmeye şimdiden hazırdım. 2 gecemi de aynı kızla geçirdim, her defasında daha deneyimli hale geliyordu ve bana bağlanıyordu , kontrol bendeydi ben istemedikçe , yaşanmıyordu hiçbir şey, Leyla da çaresizleştiğim gibi , o kız da ben de çaresizleşiyordu , tapıyordu bana , ne desem yapıyordu ve ne zaman istersem , hayatta tadacak daha çok şeyi vardı , en azından kabak tadını almasına daha çok vardı. Son gün leylayı görme umuduyla gezindim etrafta , maalesef göremedim, aynı havayı solumamız bile garip hissettiriyordu onunla, ama artık vakit gelmişti.
      351 gün 6 saat yaşamam gereken, neredeyse aynı olan hayat beni bekliyordu, istanbula döndüğümde ilk ailemin yanına gidecek , ardından da ezgiyi alıp evime geçecektim, bir sürü yalanlar söyleyip , onun sevdiğime inandırdığım kendimi biraz daha inandırmaya uğraşacaktım, onu sevdiğimi tekrarlayacaktım sürekli ve sürekli , belki bir – iki yıla evlenebilebilirdik, sonrasında dostlarla araşıp , yaşadıklarımın bir kısmını dinliyormuş gibi yaptıkları yüzlerine anlatacak , hayatıma devam edecektim , kimsesizliğimi umursamadan. Bekle beni 351 gün 6 saat birazdan uçağım kalkıcak.


133


Yağızdan Leylaya Şiir
                                               VarolAmayan Leyla

Tüm gece seni aradım dar sokaklarda
Kaleiçi labirentinde
Ruhumun ince çizgisinde
Yürüdün belki
Yürüyeceksin belki
Denk düşecek gölgen, her attığım adıma
Saçların dalgalanacak aynı rüzgarda
Hiç var olmadın leyla

Keşfedilecek, tüm yaşantıların manasızlığı
Yormadan, yorulmadan, seve seve , hevesle
Sevişeceksin, tıpkı benle olduğu gibi
Hiç var olmadın Leyla

Boya bulanmış ellerine, tüm çocukluğunla
Gülüşün bulaşmış tenime, tüm saflığınla
Yaşanmamış , hissedilmemiş
Ne ilk bakış ne ilk öpüş
Elimde kalan, karşımda duran
Ne bir nefes, ne bir görüntü
Hiç var olmadın Leyla

Resmettiğin anlarda
Varlığın ve hiçliğin keskin dönemeci
Yer almak istediğim tablolarında
Var olmayan senin, var olan hayal gücün
Hiç var olmadın Leyla

Var olmayan Leyla
Istedim seni uzun uzun öpmeyi
Kollarımla sıkı sıkı sarmayı istedim
Var edebilip, bırakmamak,
Bırakmamakla kalmayıp sahip olmak
Değersiz düşüncelerim var edemedi seni
Hiç var olmadın Leyla

Siyah askılı elbisenle çıktığından beri sokağa
Ruhum eksik
Hasır şapkanla, takındığın gülüşünde
Ararım seni
Hiç var olmadın Leyla

Tüm erkeklerini yaratabildim
Bir dudaklarını
Bir saçlarını
Bir burnunu yaratamadım Leyla
Eksik kalan sen, eksik bıraktın beni
Kendi kendimi, eksikliğimi, seni istedim
Hiç var olamadın leyla

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ölünce Gülümser İnsan

Yıllardır otururduk karşılıklı, bir o konuşmazdı bir ben. Çok önemli değildi ilk başlarda hangi duygularla dolu olduğunu anlayamadığım sessizliğimiz. Herkesle konuşabilirdim, onla konuşamadığımdan oldu tüm bunlar ama onu hiç suçlamadım. Konuşmanın, derdini anlatmanın hatta ve hatta derdini yazmanın ne demek olduğunu bilmiyormuşum. Onla her şey sadece ve sadece gündelik işlerden, nasılsından ibaretmiş. Geçmişi olduğunu çok sonradan öğrendim. Geleceği hakkında da şüphelere sahiptim hep. Şimdilerde düşünür oluyorum acaba gizli gizli birileriyle mi dertleşiyordu ya da bir yerlere mi yazıyordu ya da sadece öylece boşluğa mı bağırıyordu hatta ve hatta sadece boşluğa mı bakıyordu da bu insanlığın paylaşmak dediği dertlerin, sıkıntıların, hafifletme çabasını sağlamış oluyordu. Ne oldu da bu hale geldi hala anlamlandıramıyorum. Nedeni hala soramadım babama. Babamla hiç sarılmadık, babamla hep tokalaştık. Tokalaşmak ne büyük bir heyecandı, başka insanlarla tanıştığımda zevkle onların e

YÜZÜK

                                   Çok az şey öğrendim hayattan. Sanırım en önemlisi hayattan bir şeyler öğrenmenin ne kadar zor olduğunu   öğrenmekti; büyük çabalar sonucu hayattan çalabildiğim bir ders oldu bana ama belki de ben anlamamak istemedim bir türlü, bu kadar güzel ve temizken hayat. Üzülerek öğrendim hayatın ölümle ölümüne savaştığı acı sonu, beni daha yenemedi ama sevdiklerimden bazılarını vahşice aldı benden ve bana tek bir şey bıraktı. Kararmış bir yüzük ve sonrasında ona sahip olduğumu düşündüm. Eğlendim , güldüm , ağladım, lakin en çok güldüm sevdiğim insandan kalan kararmış yüzük parmağımdayken. Bir gün, herkesin sahip olduğu, o bir gün kaybettim yüzüğü.Yüzük parmağımdayken onun ölümüne ağlamamama rağmen yüzüğün yokluğuna da ağlamadım. Aradıysam da bulamadım yüzüğü. Sonra eve dönmeye koyuldum   yıldızlara bakıp düşünürken ve kediler geldi yanıma, üzgün gördükleri için sanırım ve ben de yürümeyi bırakıp oturdum onlarla. Parmağımda olması gereken yüzüğü arıyorlar

Kim bu adsız?

      Adsız yazıldığı üzere ismi olamayan biri.       Dünyada varolmuş, varolan ve varolacak her şeyin bir adı bulunurken isimlerin önemini pek düşünmemişizdir. İsmi olmayan birinin ne önemi olabilir ki? İsimlere takılmadan, isimleri olsa da hatırlanmayanlar için bu yazılar adsızdan gelmektedir.Adsızlık sıradanlığın yansımasıdır. Naçizane yayılanacak olan yazılar, Laszlo Krasznahorkai'nın "Savaş ve Savaş" romanındaki huzursuz Korin'in dürtüsüyle buraya aktarılıyor olucaktır. Ebediyete iletebilmek için. Adsız olan ebediyette de var olacaktır.            Birbirleriyle ilişkili olan ve olmayan bir çok yazının ortaya çıkmasını sağlamıştır, adsızın düşünceleri. Nitelikli olup olmadığına bakılmaksızın, yazım yanlışlarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilmeden, anlamsız ve basitlikleri önemsenmemeksizin aktarılacaktır buraya.           Adsızı anlatmaya çalışmaya gerek yoktur, kim bu adsız sorusunu doğuran merağa gerek olmaması gibi.