Ana içeriğe atla

SEREN

          Lisede Seren vardı. Turuncuyu çok severdi. Yüzü yuvarlaktı. Küçük bir dudak, asyalılara özenen ince olunmaya çalışılan gözler, bu gözlerin üzerinde gür  ve olması gerektiğinden kısa kaşlar, şekilli bir burun barındırırdı yüzü, o yuvarlak alanda. Teni beyazdı, o zamanlar benim de tenim beyazdı. Koyu kumraldı. Upuzun saçları vardı. Her gün ayrı şekillerde gelirdi bu güzel saçlar okula. Sınıf öğretmenimiz  Nil Hoca sayesinde sıra arkadaşı olabilmiştik. Nil hoca, öğretmendi. Laik, idealist, eşitlikçi , gerçek bir öğretmendi. Kızlar ve erkekleri ayırmazdı, eşit görür , sakındırmazdı birbirlerini, birbirlerinden. Hep utanırdım oysa ki kızlardan, hele serenden. Seren turuncu penyesini giydiği günler onu küçük bir portakala benzettirdim ve onu yemek isterdim. 3 yıl boyunca aynı şeyi hissettim. 3 yıl sürdü arkadaşlığımız. 3 koca yıl .
            İlk başlarda, yakın bir arkadaşlık kuramayacağımı düşünürdüm, sınıfın en güzel kızı değildi , ama en güzellerinden biriydi, güzel kızlarla hiç yakın arkadaşlık kuramayacakmışım gibi gelirdi, güzel kızdan dost olmazdı ne de olsa . Maalesef serenle olan dostluğumuz daim olamadı. Hayat, beni de sereni de mahcup etti. Keşke dostluğumuz onun güzel olmasından başarısız olsaydı, güzel olduğu için dost kalamasaydık, gel gör ki yıllar sonra bile baktığımda hazin olay tüm keşkelerimden daha çok yakar canımı.
       İlk senenin ardından, serenle sıkı birer dost haline geldik . En yakın arkadaşım sırdaşım olmuştu, erkek arkadaşlarımla kuramadığım sıcak ve samimi ilişkiyi serende sağlam temel üzerine kurmuştum.Birbirimize güveniyor, her konuyu rahatlıkla konuşabiliyorduk. Onun hislerinden emin olamamakla birlikte serene karşı , anlam veremediğim arzular besliyordum. Yanında huzurluydum , onu öpmek, koklamak, dokunmak istiyordum ama onun saf yanımda var olma haliydi cezbedici olan.Onunla olmak, uyumak istiyordum. Sereni seviyordum, en yakın arkadaşıma dostuma aşık olmuştum. Her şey çok güzeldi o zamanlar. Günler birbirlerini kovarlar, biz bu kovalamaca esnasında deniz kıyısına oturur, edebiyattan , derslerden, hayatlarımız hakkında konuşurduk. En zevklisi buydu. Sıradan geçiyordu lise hayatı, dersler ardından dersane hengamesi, o zamanın dertsiz hayatında, küçük dertler , dert değildi . hem yaşadığımız her sıkıntı birbirimizle konuşurken, ufalır ufalır , minicik bir toz zerresine dönüşürdü ve rüzgar toz zerresine dönüşen derdimizi alıp götürürdü. Birlikte sinemalara gider, şehirde az oynanan tiyatro oyunlarını izlemeye giderdik. Seren şarkı söylemeyi çok severdi, çokta güzel söylerdi. Bense ardından eşlik ederdim , sesini bastırmadan. Onunla şarkı söyleyebilirdim.
        İlk biramızı beraber içmiştik, hatta bir tane alıp paylaşmıştık. Gençlik hissi işte onun içtiği şişeden, ilk biramı içmek beni çoktan sarhoş etmeye hazırdı. O gün çok fazla sarılmıştık, yüzlerimiz çok yakın, dudaklarımız çok yakındı. Öpememiştim  onun küçük dudaklarından , öpseydim belki de olanların hiç biri olmazdı. Var olan her şey bir öpücükle değişebilirdi. Bir öpücük hayat verebilirdi. Çalınan hayatın hesabını sorabilir, geçmişi hiç yaşanmadan paramparça edebilirdi. Geç kalınmış bir öpücüğün hiç bir değeri yoktur oysa ki.
        Hoşlandığımız insanları anlatırdık birbirimize , genelde acı çekerdim o zamanlarda. Serenin hoşlandığı biri vardı, adı sametti.  Bir senedir  mevzusu olan  oydu, dönüp dolaşıp en beğendi kişi o oluyordu. Ukelanın tekiydi samet. Sereni hak etmiyordu. Sereni ben de hak etmiyordum. Samet  kullanıyordu sereni , duygularını umursamıyor ,sereni kıskandırmaktan zevk alıyordu. Çaresiz sevginin, doyumsuz kralıydı samet, seren ise en nadide köle.  İkinci senenin sonunda yakınlaşmışlar, samet ukela ve popüler çocuk, tüm kızlara yaklaştığı gibi seren yaklaşmış, benim öpmeye çekindiğim dudakları, tereddüt etmeden öpmüş ve kendine hayran bırakmıştı. Koklarken bile tereddüt ettiğim tenini, bir çırpıda ellemeye koyulmuş, kalçalarını kavramayı denemişti, işte o safhada seren kendini geri çekmiş , durmasını istemiş, öpüşmenin ne kadar güzel bir şey olduğunu sametten öğrenmiş olsa da. Sonrasında samet, serene çemkirmiş, neymiş efendim istemiyor muymuş beni, ne hakla geri çekiyormuş kendini, bir çok kız varmış onunla olmak isteyen, tarzı söylemlerle serenin içinde biten masum duyguları katlemiş. Seren tüm bunları bana üzüntü ve öfkeyle anlatmıştı. O günde turuncu , onu küçük bir portakal gibi gösteren penyesini giymişti ve sarılmıştı uzun uzun bana. güvendiği tek erkek benmişim artık, bu söylem  anın mükemmeliyetiydi. Sessizce dinledim sadece , belki de konuşmalı hislerimi açıklamalıydım ona, her şey daha farklı olabilirdi.
           İki buçuk yıl bitmiş ve hazin olay, yeni eğitim öğretim döneminin başında gerçeklemişti. Seren kafasını dağıtmak için tek başına daha fazla dışarı çıkar olmuştu  ve ara  sokaklarda daha fazla yürür olmuştu. Serenler tek başına ara sokaklarda gezmemeliymiş demişlerdi. Hep suçluyu samet olarak düşünürdüm o zamanlar, o üzmüştü sereni ve serende yalnızlığını benle bile paylaşmak istememişti. Eğer kabul etseydi sereni, verdiği değerin değil yarısını onda birini verseydi , seren çok mutlu olur, gezmezdi tek başına sokaklarda. Tüm bunları söylememe şimdi bile kızıyorum. Insan olmayan varlıkların, var olmasaydı tek hata ve tek suçlu bunları var edendi.
İki erkek , bir seren, bir kaçırılma olayı, ardından gelen  tecavüz, tecavüzle gelen darp, psikolojik ve fizyolojik hasar, var olanlar bunlardı. Adalet, ceza sistemi, vicdan, ahlak, insani  değer, bunlarda var olmayanlardı.
Seren o gün yürüyüşe çıkmış her zaman ki gibi. Bilemezdim , iki yaratığın, turuncu penyesiyle , küçük portakala benzeyen sereni inciteceğini.  Seren , mahallesinden çok uzaklaşmış. İtlerin yaşadığı yere ulaşmış, kaldırımda oturmuş cigara içiyorlarmış it oğlu itler, bu bilgiyi polisten duymuştum sonrasında , cigara içtiklerini. Laf atmışlar serene , seren korkudan hızlanmış, takip etmişler sereni , seren ne yapacağını şaşırmış. Arkadan takip edip sokak başında kıstırmış biri, direk bağırmasını engellemişler. Serenin zayıf bedeni mücadele bile edememiş, korkudan şok olmuş, ne kadar çırpınırsa çırpınsın, erkek anatomisi katlemiş kadın bedenini. Götürdükleri bodruma kadar direnmiş, zorluk çıkarmış , tüm kemikleri ağrır olmuş, nefessiz kalıyormuş. İzbe, karanlık bir bodruma sokmuşlar sereni, ardından biri kapıyı kapatıp, kitlemiş içerden , diğeri hala direnmeye çalışan sereni tutuyormuş,kirli bez parçasını tıkmışlar ağzına, yutkunmakta , nefes almakta zorlanıyormuş, o kadar çok sıkmışlar ki vücudunu bedeni pes etmiş artık , kabul etmiş o an , hiç bir şey eskisi gibi olamayacağını o an anlamış, boş gözlerle ağlar olmuş ,  serene tecavüz edilirken. Saatler boyunca sürmüş bu işkence, çektiği ızdırabın haddi hesabı yokmuş artık, kadınlığı gitmiş, hissi gitmiş, her saniye seren ölüyormuş, büyük insanlığı saatler boyunca tükenmiş , tükenmiş. Adamlar, iş bittikten sonra kaçmışlar. Öylece yarı çıplak, üstü başı yırtık, acılar içinde seren kalmış bir tek bodrumda. Bir fare görmüş seren, en köşede, tüm olanları izlediğini düşündüğü bir fare görmüş. Fareden gözlerini ayıramaz olmuş, yardım dileniyormuş fareden , çünkü bağıracak ya da kalkacak gücü yokmuş. Fare hiçbir şey yaşanmamış gibi dönmüş yuvasına , her şeyi bilmesine rağmen hiç bir şey yapmamış . Sabah olana kadar orda kalmaktan başka çaresi yokmuş, her an her saniye acılar içinde beklemiş, beklemiş. Yavaş yavaş sürünür olmuş gücünü biraz olsun topladıktan sonra, kapı başında bağırmaya başlamış, bina sakinlerinden biri görmüş sereni, hemen çağırılmış ambulans, polise haber verilmiş , serenden tek söz çıkmamış 2 gün boyunca. Kimseyi görmek istememiş, kimseyi göremezmiş zaten.  Ailesi peşine düşmüş durumun, yakalama kararı çıkartılmış, kimse bulunamamış. Geceleyin herkes uyurken, insanlar ölür, insanlıklar ölürmüş, herkes tıpkı o fare gibi bunun farkında uyurmuş o güzel, rahat yataklarında. Ölmek istiyormuş seren, ölmek…..
          Bunları bana olaydan 2 ay sonra anlatmıştı. Okulu bırakmıştı, psikolojik destek alıyordu o zamanlar sürekli, uzun bir süre cevap vermemişti zaten  banada , sonrasında zar zor, evlerine her gün gide gele kabul etmişti beni, gözlerime bakmayı bırak ben tarafa bakamaz olmuştu, genelde yere bakarak anlatıyordu her şeyi. Seren yoktu artık, faydasızdı her şey , 3. Ayın sonunda yakalandı , tecavüzcüler. 20şer yıl hapse mahkum edildiler, pişmanmışlar, gençlik ateşine düşmüşler, cigaradan dolayı kafaları yerinde değilmiş, savunmaları buydu. Mahkemede ben de vardım. Gözlerinin içlerine bakmaya uğraştım her defasında , orada sereni , ruhunu emdikleri sereni aradım, belki kurtarabilirdim oradan onu. Artık her şey anlamsızdı. Onları öldürme isteği anlamsızdı, intikam anlamsızdı. Serene artık babası bile dokunamaz vaziyete gelmişti bir kere, bir can gitmişti uzaklara, benim aşık olduğum , ilk aşk dedikleri acı tadı tattığım can gitmişti.
           3. yılın sonunda serenin ailesi memleketlerine dönmüşlerdi. O zamana dek her gün serenlere gitmiştim. Her gün serenin odasına gider, ya onu dinler ya da sessizce otururduk. O her defasında anlatırdı baştan sona, acısını kamçılıyordu. Bile bile acısını kamçılıyordu. Bir defasında onu sarayım dedim, çığlık ata ata odadan kaçtı. Bir dahada yeltenmedim zaten. Seren akli dengesini yitirmişti.  Kovalamak boşaydı artık, vahim olay gerçekleşmişti ve geriye dönülecek hiç bir yerimiz yoktu.


İşte ilk aşık olduğum kızın hikayesi budur kardeşim, vur kadehi, seren çoktan öldürmüştür kendini , bize onun kirletilmiş hayatına içmek düşer. Bakma bana öyle  şaşkın şaşkın, ne sanıyorsun bu olaylar hiç yaşanmıyor mu zannediyorsun? Bak ben anlattım sen etkilendin, yaşayan bendim. Bunlar yaşanıyor kardeşim, bu  dünya iyilikler dünyası, iyilerin dünyası değil. Saf kötülük bu yaşam. Saf kötülük…

133 

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ölünce Gülümser İnsan

Yıllardır otururduk karşılıklı, bir o konuşmazdı bir ben. Çok önemli değildi ilk başlarda hangi duygularla dolu olduğunu anlayamadığım sessizliğimiz. Herkesle konuşabilirdim, onla konuşamadığımdan oldu tüm bunlar ama onu hiç suçlamadım. Konuşmanın, derdini anlatmanın hatta ve hatta derdini yazmanın ne demek olduğunu bilmiyormuşum. Onla her şey sadece ve sadece gündelik işlerden, nasılsından ibaretmiş. Geçmişi olduğunu çok sonradan öğrendim. Geleceği hakkında da şüphelere sahiptim hep. Şimdilerde düşünür oluyorum acaba gizli gizli birileriyle mi dertleşiyordu ya da bir yerlere mi yazıyordu ya da sadece öylece boşluğa mı bağırıyordu hatta ve hatta sadece boşluğa mı bakıyordu da bu insanlığın paylaşmak dediği dertlerin, sıkıntıların, hafifletme çabasını sağlamış oluyordu. Ne oldu da bu hale geldi hala anlamlandıramıyorum. Nedeni hala soramadım babama. Babamla hiç sarılmadık, babamla hep tokalaştık. Tokalaşmak ne büyük bir heyecandı, başka insanlarla tanıştığımda zevkle onların e

YÜZÜK

                                   Çok az şey öğrendim hayattan. Sanırım en önemlisi hayattan bir şeyler öğrenmenin ne kadar zor olduğunu   öğrenmekti; büyük çabalar sonucu hayattan çalabildiğim bir ders oldu bana ama belki de ben anlamamak istemedim bir türlü, bu kadar güzel ve temizken hayat. Üzülerek öğrendim hayatın ölümle ölümüne savaştığı acı sonu, beni daha yenemedi ama sevdiklerimden bazılarını vahşice aldı benden ve bana tek bir şey bıraktı. Kararmış bir yüzük ve sonrasında ona sahip olduğumu düşündüm. Eğlendim , güldüm , ağladım, lakin en çok güldüm sevdiğim insandan kalan kararmış yüzük parmağımdayken. Bir gün, herkesin sahip olduğu, o bir gün kaybettim yüzüğü.Yüzük parmağımdayken onun ölümüne ağlamamama rağmen yüzüğün yokluğuna da ağlamadım. Aradıysam da bulamadım yüzüğü. Sonra eve dönmeye koyuldum   yıldızlara bakıp düşünürken ve kediler geldi yanıma, üzgün gördükleri için sanırım ve ben de yürümeyi bırakıp oturdum onlarla. Parmağımda olması gereken yüzüğü arıyorlar

Kim bu adsız?

      Adsız yazıldığı üzere ismi olamayan biri.       Dünyada varolmuş, varolan ve varolacak her şeyin bir adı bulunurken isimlerin önemini pek düşünmemişizdir. İsmi olmayan birinin ne önemi olabilir ki? İsimlere takılmadan, isimleri olsa da hatırlanmayanlar için bu yazılar adsızdan gelmektedir.Adsızlık sıradanlığın yansımasıdır. Naçizane yayılanacak olan yazılar, Laszlo Krasznahorkai'nın "Savaş ve Savaş" romanındaki huzursuz Korin'in dürtüsüyle buraya aktarılıyor olucaktır. Ebediyete iletebilmek için. Adsız olan ebediyette de var olacaktır.            Birbirleriyle ilişkili olan ve olmayan bir çok yazının ortaya çıkmasını sağlamıştır, adsızın düşünceleri. Nitelikli olup olmadığına bakılmaksızın, yazım yanlışlarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilmeden, anlamsız ve basitlikleri önemsenmemeksizin aktarılacaktır buraya.           Adsızı anlatmaya çalışmaya gerek yoktur, kim bu adsız sorusunu doğuran merağa gerek olmaması gibi.