Ana içeriğe atla

Bilinmeyecek Kadınların Yazıları

NEDEN SUSMUYORUZ ÖYLEYSE

“Konuşacak birini bulmak kolay da,
  Susacak birini bulmak zor.
  Susacak ne çok şey var oysa susmak;
  İliklerime kadar doluyum anlamında.”
                                                                           -Ümit Yaşar Oğuzcan

“Konuşmak yok. Sadece hisset.” Dedi oturduğu geniş koltuğa yayılırken. Neyi kastettiğini tam olarak anlamamakla birlikte ilk başta bir şarkı sözü mırıldandığını sanmıştım. Uykusuzluktan çökmüş gözaltları ile uyumlu çoktan başka bir evrene dalmış gözlerine diktim gözlerimi hafifçe kısarak. Bir yandan -belki yılların tecrübesine dayanan belki de geceleri düşünürken bilinçaltının sınırlarını çok zorladığından kaynaklanan- bu adamın karanlığın getirdiği sessizlik ile bütünleşip her lafından sonra aceleyle kendi içine çekilmesine saygı duyuyor, bir yandan ise sürekli kafasında kurduğu dünyaya çekilecek kadar hislerinin altında ezilmesine sebebiyet veren faktörler karşısındaki çaresiz kalışına büyük bir acıma duyuyordum. Ama o kendi dünyasında daha mutluydu. Şu yaşına kadar hayattan  nasibini almaya çalıştığı her tatmin edici hissiyatta tüm dünya onun için gerisin geriye dönmüş ve tüm yaşanmışlıklarını yüreğinin derinlerinde bir hücreye tıkmasına zorlayıp bir de kilit takmıştı ve cadının deniz kızına yaptığı büyü gibi kendisine yapılan haksızlığa karşı sükuta boyun eğmekle yükümlüydü.

Perdeler kapalı değilse güneş ışığının rahatsız edecek derecede yüzünüze vurduğu saatlerdi. Bir süre onu kızdırmak istemediğimden, her şeyin altında bir neden arama alışkanlığımın söze dökülmesine mani oldum. Herhangi bir şairin, herhangi bir dizesinden binlerce anlam çıkaran ben; karşımdaki şair ruhlu adamın dört kelimeyle oluşturduğu iki cümleden tek neden çıkaramıyordum. Belki de nedeni tam karşımda oturuyordu ve sırf gözümün tam önünde durduğu için görmek istemiyordum.

“Konuşmak yok. Sadece hisset.”
Kafamdaki bu sözcükler dönüp dururken ağzına koyduğu sigarası için çakmağını arıyordu. Camın pervazındaki çakmağı kapıp hızlıca uzattım. Gözleri elimdeki çakmaktan yüzüme doğru kayarken ani bir refleks ile “Neden?” diye sordum.  Her yanlışlıkla ağzımdan bir şey kaçırdığımda olduğu gibi tüylerim diken diken olmuştu. Düşündüğüm gibi kızmadı. Sadece bütün büyüyü bozduğumu belirten bir iç çekti. Elimdeki çakmağı da alıp sigarası ile birlikte bir kenara bıraktı. Bense süt dökmüş kedi gibi suçlu ve ne dediğinin sonradan farkına varan bir sarhoş gibi mahmur gözlerle ona bakmakla yetindim. Aramızdan bir dakikalık sessizlik geçip giderken ben yanındaki koltuğa oturmuştum. Onun ise bu bir dakikada aklındaki binlerce düşünceyi sıraya koyup tartarken dil süzgecinden geçirip, söyleyecekleri karşısında ne tepki verebileceğim hususunda tahminlerde bulunduğundan emindim ya da böyle düşünmeyi sadece ben istemiştim.
“Şairler gibi  erken ölebilirsin kahrından. Onlar yaşam süreleri boyunca dünyanın bütün yükünü ve ruhlarındaki derin acıları sırtlanırken altında ezilip kalan insanlar. Sense, nedenlerin içinde kaybolurken hayatın anlamının ne kadar acı olduğunun farkına vardığında hissedeceğin, ebediyetle hemhudut bir keder kalbine öyle ağır vuracak ki ani bir kalp krizi sonrasında o hep merak ettiğin ölümü tadacaksın.”

Bunu başka biri dese inanmazdım ama o haklı olmadığı ya da olmayacağı hiçbir konuda konuşmazdı, bu yüzden tepki vermedim. Elimi tutup baş parmağıyla avcumun içine bir daire çizmeye başladığında o dairenin içinde sadece ikimiz vardık ve biz zamanın içinde sıkışmış bir döngü gibiydik. Gözlerine baktım… Gözleri, İskender’in denizleriydi ve benim yüreğimde tarih yeniden yazılıyordu.

“Biz seninle konuşmayalım. El yazması mektuplar gibi değerli kalıp yıllarca saklayalım birbirimizi, üstü kapalı sevelim. Bir kahve içelim, 40 yıllık hatrımız olsun ama falımızı akışına bırakalım. Konuşursak tükeniriz. Oysa susmak, seninle beni biz kılar. Ümit Yaşar’ın dediği gibi; “Susacak ne çok şey var oysa, susmak; iliklerime kadar doluyum anlamında.” Umarım mühim soruna bir cevap olabilmiştir.”
İdrak edemediğim duygular benliğimi sarıp sarmalarken cevapsız kalmasını istediğim ilk ve tek nedeni sordum.
“Peki, neden susmuyoruz öyleyse.”


                               İnsan Aktarmalı Düşüncelerini Birine veya Herkes ya da Hiç Kimseye

#
Bir yolculuk yaptım bu gece geçmişe. Büyümeyen çocuklar, değişmeyen ışıklar ve seslerle var oldum. Pislik içinde süründüm ve anlayamadım kimseyi veya ne istediklerini.
Kimse atomları birleştirmemişti henüz bu gece ve ben duvarların, masaların, kafaların içinden geçip indim cehenneme. Önce tuvalete indim, herkesi izledim: işeyenler, sıçanlar, sidik yarıştıranlar ve en güzeli birbirlerinin içinden geçerek sevişenler. Göz gözeydik hep bu gece ve kimse yadırgamadı kapalı duvarlar arasında esen rüzgarımı. Ben estikçe ıkındılar ve hepsi de o bir saniyede işlerini bitirdiler nihayetinde. Onlar işlerini bitirdikçe, sırada bekleyen kardeşleri onların yerini aldıkça estim ve kapılar gıcırdıyor sandılar sadece. Kapı deliğinden sızan uğultuydum ve atomları birleştirmeye geliyordum.

Taştım bu gündüz daha önce hiç taşmadığım dört duvar sokaklara. Güneşi gördüm sandım kafamı kaldırmadan etraf aydınlandığında. Halbuki tepelerin ardında başka tepeler ve aşağılarında asıl toprak vardı. Toprağımın toprağı bulmuştu kendini, güneş doğmamıştı, denizden rüzgar hala esiyordu ve balıklar ezelden beri bildikleri şekilde uçuyorlardı annemin onların üzerine örttüğü yorganın altında.

#
güzel kızlar vardı,
yanlarında nefret
ve yanlarında sevgi
utancından kızarırdı.

#
bir adamım şimdi ben
zamandan genç,
tanrıdan yaşlı.
kimsenin haberi yok
içtiğim sigaralardan,
kustuğum safralardan
ve dökülürken izlediğim yaşlardan

bir adamım,
ömrüm boyunca sakal uzatamadım
tanrıyla sidik yarıştırmaktan.
henüz aşina değildim kendime
her şeyin zorluğuna eğildim
sıkıcılıktan korkup taşanlar
en sonunda sıkıcılaştı
ve taşması gerekenler yalnızca
tecridi bekledi.

bir adamdım,
bir garip hapishane.
içimde ölüler yakıldı,
kaçanlar kurtulamadı.
bir hapishane adamdım:
fazlası yok eksiği fazla

#
başka bir kişinin söylediği gibi uzun uzak bir binadan atlamış da ölmemiş gibi daldım uykuya.

#
Saat on iki olmuş gece ve dolmuşta deniz kenarından denizi görmeden gidiyoruz dünyanın sonuna. Bir süre hayat ve görüşlerimiz hakkında konuştuktan sonra sessizlik aramıza hakim olmuş ve şoförün şikayetlerini dinlemeye mahkum edilmişiz diğer yolcularla beraber.
Her trafik ışığında birileri iniyor ve kalanlar olarak biz yolumuza devam ediyoruz. Asla gideceğimiz yere varamayacağız, bunu hepimiz biliyoruz ve sessizlik içinde gitmeye devam ediyoruz. Kafalar karışık belki başlar dönüyor, eminim ki yanımda oturan iki veya daha bile çok kişi kokumdan rahatsız. Açıklamasını arkadaşıma konuşur gibi yapıyorum: “Of ya aptal Deniz, üzerime de bira döktü hahaha!”. Kimse umursamıyor. Demek ki benim yanımdaki yeni tanıştığım çocuğun hayatını ve görüşlerini umursamamam gibi onlar da benim kokumu umursamıyorlar.
Mavi ışıkta önümdeki adamın ensesini kaşıyıp sıkıca sıkmasını izliyorum. Bu hareketi beni çok mutlu ediyor çünkü demek ki boynu ağrıyan yalnızca ben değilim. Karanlığın içinde mavi bir kitle olarak hareket ederken önümde oturan herkesi teker teker incelemeye başlıyorum. Boynunu kaşıyan adamın solundaki kadın o kadar yüksek sesle müzik dinliyor ki şoförün şikayetlerine ve en önde oturan adamla muhabbetine rağmen müziğinin uğultusunu duyabiliyorum.
Boynunu kaşıyan adamın sağ tarafındaki adam en sessiz ve önemsiz yolcu. Hiçbir şey yapmıyor, sadece oturuyor ve uygun ışığa geldiğimizde iniyor.

#
iki kişi için yaşarsın bir süre sonra.


-*=
yaratmak değil bu sefer, yaşamak. metroya giden veya metrodan gelen yollarda bir yaşlı adam veya genç kız - ikisinden daha zıt bir şey yok, öyle zıtlar ki sanki bir çemberin yan yana iki noktası gibi. kız olunca kulağa müzik, adam olunca akla göz yaşları gelir geride bırakılanlardan dolayı. yaşatmalı bu sefer bu iki noktayı çemberde.
birbirine yürüyorlar şimdi ölüm şarkısı çalarken sokaklarda. bir görüntüden ibaretler henüz, şimdi biraz duygu, biraz ses, zaman ve nefes eklenir. sonra vücutlar ve ayakların birbirine doğru dansları şekillenir. bir genç kız ve yaşlı bir adam dost olmak üzere birbirlerine doğru ilerlemektedirler. birbirlerine can ve onları kurtaran olmak üzere kaderleri birleşir, halbuki hiçbir şeyin önemi yoktur ve birbirlerinin adını asla bilmeyeceklerdir.
yürürken adam kıza doğru; aklından geçmiş ve gelecek, bilinen ve bilinecek her şey geçmektedir. adam hepsini bilmekte, hepsini unutmaktadır. halbuki bu sırada kız hiçbir şey düşünmemektedir soğuktan ve adımlarının kaldırım çatlaklarına denk gelmesinden başka. çatlaklar bilinen ve bilinecek her şeydir aslında ve adam unutmaktadır kendini o çatlakların içinden.
sonra bir anda kar yağmaya başlar ve bir anda kızla adam çorak taşlarla dolu bir vadidedir soğuğun ortasında ve yan yana, birbirlerini tanımadan, çatlaklara basmadan ve unutarak bir anda çarpışmış, dünyanın ve iklimin bütün değişimine tanık olmuşlardır. bir anda onlar hem kadın ve adam, kız ve ihtiyar, çocuk ve kadın, çocuk ve çocuk hem de birlikte ölmekte olan ruhlar olmuşlardır. onlar için dünya boş bir şişeden farksız ve akan bir nehirden uzaktır. onlar bilmemenin mutluluğunda yaşayan tüm bilgiye sahip, geçmişe ve geleceğe ulaşmışlardır. kimsenin ne demek olduğunu bilmediği cümleler kurmuş, duyulmayan şarkılara dans etmiş, duvarlara doğru koşmuş ve içlerinden geçmişlerdir.
iki dostun farklılıkları aynılıklarındadır. iki dost birbirine bakmadan konuşur, dinlemeden duyar ve nefret ederek sevebilir ancak. iki dost ancak göğüs kafesinin içinde bir yerlerde var olabilir. adem ve havva değil, iki dost yaratmıştır dünyayı. şimdiki zaman onlarındır ve insanoğlu henüz merdiven yapmayı öğrenmemiştir. zamanı inşa etmek yağmur damlaları veya notalar gibidir iki dost için. karşılıklı, birbirlerinin gözlerinden görerek dünyayı, yaratma oyunu oynar ancak iki dost. hapşırınca çok yaşa denmez çünkü ölüm henüz keşfedilmemiştir - yok olma eylemi. oysa birbirlerinin gözlerinde çoktan yok olmuştur iki dost ve kız ile adam yaratılmaktadır metroya giden veya metrodan gelen kaldırımlarda.
yaratılış oyununda ne aldatmaca ne de yok ediliş vardır henüz. ne salome dans etmiştir ne de tek  bir kurban yaşamıştır yeryüzünde. henüz ne günahlar yaratılmıştır ne de şarap.
iki dost şimdi karşılıklı durur ve gözlerinde dünyalar var olur. sokaklarda geçen altı saniyeden kısa görüntülerde yaşar kadınla adam birbirlerine doğru yürürken. birbirlerine dokunmadan kanatırlar yaralarını, yaratırken bakışlarında boğarlar, boğulurken kolluk olurlar birbirlerine. sapık adamlara küfrederler ama kadın adama ana, adam kadına baba olur yeri geldiğinde. karanlıkta üşümeyi göze alarak her şeyi yakarlar, yangınlarda birbirlerini boğazlarlar, boğulurken “senin tarafından gömülmek bir onur” diyerek selamlaşırlar.
vedalar selamlarda ve merhabalar vedalardadır aslında. bu konuşulmamış ama bilinen bir gerçektir birbirine böyle bakan iki insanda. küçük kız ölünce yıldız olunacağını bilir, adamsa çocukların ana rahminden doğduğunu. bilgiler usul usul yapılan danslarla aktarılır karşıdaki akıllara ve ancak böylece karanlıkta korkmadan var olunabilir. veya mesela ancak böyle ölümden korkmadan yaşanabilir. çünkü yıldızlar elbet düşer hamile bir kadının karnına.
yıldızlar düştükçe kadınların rahmine, genç bir kadınla yaşlı bir adam birbirlerine yaklaşır. kız yürürken gördüğü bütün arabaların plakalarını hatırlar adam için çünkü henüz ne merdivenler ne de arabalar yaratılmıştır ve her şeyi önceden bilmek mutlak bir gerekliliktir. başı döner adamla kadını arasından geçen herkesin çünkü onların dumanına ancak azizler katlanabilir.
sonra bir anda durdu kız bütün var olma ve yaratma eylemlerinden sıkılarak. adamla arasındaki dumandan ekşimiş parmağını dudaklarının arasına götürdü ve bütün pişmanlıklarını düşündü. hepsinden çok şimdiki zamanda gerçekleşen veya gerçekleşmeyen her şey için pişman oldu parmağının kıvrımlarını en ince detayına kadar emerken. turşu gibiydi parmağı sanki dünyanın dönmesiyle ekşiyen.

#
kötü biri

kötü biri tahtından inmeyen,
çöpleri gördü mü eğilip almayan.

 gurur
    en
        büyük
           günah

güzele aynalar güzel gelmez
belki rüzgar dolar gözlerine
o zaman göremez.

çekik göz suçtur
ve de kara ten.
mesela kaşlı kirpikli
ve zamanı gelince
döşü kıllanacak bir çocuk
doğmamalıdır

#
aylak adam sinema severmiş, oyun lazımmış. niye bu benim? aylak adam benim ve kimse anlayamaz. belki geçmişte kalmalıydı bu aylaklık ama farklılık güzel şey.
ortak bir farklılık”
paylaşılan yalnızlık

yalnızlık paylaşılmaz demişlerdi ben zorla paylaşırdım. zorla yalnızlığımı size fırlatır aynısını beklerdim. ~ karşılıklı yalnız olmak

nazar boncuğu gibi takarım seni
lafların kulağıma küpe
rengin saçıma rüzgar olur

#
21 Mart 2018
yere yattım. tavana baktıkça kendi gözlerimi gördüm, dünya dönmeyi bıraktı, döndüm. dışıma çıkan içimi başka türlü ifade edemezdim. kanımda dolaşan şeylerden sebeplenen titreme yüzünden ellerim bana olan aitliğini kaybederken içim mezara döndü. içim dışıma çıktı, kaburgalarımın arkasında kazma kürek ikiye bir ve derinliği altı metre bir toprak kazıldı. temelsiz ve kefensiz, ne de tabutluydum o sırada. zira ağladığım şarkıları dinliyordum ve artık ağlamak bile gelmiyordu içimden. demek her şey bitmişti artık ben bile bilmiyordum kendimi. tepemde yalnızlıklar, gölgesizler, kolera günlerinde aşklar, tehlikeli oyunlar… bir arayış, bir zorba, ana ve theo’ya mektuplar… ilaç kadar kalemler, ikisi de ciğerleri açmak için.

kanın hızlanmasıyla zaman yavaşladı
#
çalışın dostlar, çalışın. bakalım masaya neler koyacaksınız. oysa siz cebinizi boşaltırken ben masaları yapacağım. size uymadığım, sayfaları çevirmek yerine yazdığım her an için başka başka masalar yapacağım. marangoz olacağım hem de en iyisinden. cebinizi görmek istemeyen heriflerin hepsi için ben bir sürü masalar, raflar inşa edeceğim.
#
Ne zaman burnuma soksam parmağımı
ucunda kan oluyor.
Nefes alarak kan tatmaya alıştım.

#
Düşünüyorum şimdi. Hissettiğim hiçbir şey yok. Beni yoran, üzen hiçbir şey yok. Veya o kadar fazlalar ki fethedilmişim farkında olmadan. Hem de savaşı ben kazanıyorum sanarken. Bütün o benzetmeler, sanatlar, her şey acıdandı neden olduğunu fark etmeden. Hissetmek güzel şeydi acı bile olsa. Şimdi sadece tatmin edilemeyen uyuma arzusu kaldı geriye. Ne kırmızı mavi renkler, ne yüzülecek denizler kaldı. Hepsi unutuldu, bir daha başkasına ne zaman gösterileceği bilinmeyen sayfalara kapatıldı. Müebbet yedi bütün hisler. İçim onlara özgürlükse, en azından hissedilmek onlara özgürlükse, hisler müebbet yediler. Suçları neydi - acıtmak - onlar bilmiyor.

Yorumlar

Bu blogdaki popüler yayınlar

Ölünce Gülümser İnsan

Yıllardır otururduk karşılıklı, bir o konuşmazdı bir ben. Çok önemli değildi ilk başlarda hangi duygularla dolu olduğunu anlayamadığım sessizliğimiz. Herkesle konuşabilirdim, onla konuşamadığımdan oldu tüm bunlar ama onu hiç suçlamadım. Konuşmanın, derdini anlatmanın hatta ve hatta derdini yazmanın ne demek olduğunu bilmiyormuşum. Onla her şey sadece ve sadece gündelik işlerden, nasılsından ibaretmiş. Geçmişi olduğunu çok sonradan öğrendim. Geleceği hakkında da şüphelere sahiptim hep. Şimdilerde düşünür oluyorum acaba gizli gizli birileriyle mi dertleşiyordu ya da bir yerlere mi yazıyordu ya da sadece öylece boşluğa mı bağırıyordu hatta ve hatta sadece boşluğa mı bakıyordu da bu insanlığın paylaşmak dediği dertlerin, sıkıntıların, hafifletme çabasını sağlamış oluyordu. Ne oldu da bu hale geldi hala anlamlandıramıyorum. Nedeni hala soramadım babama. Babamla hiç sarılmadık, babamla hep tokalaştık. Tokalaşmak ne büyük bir heyecandı, başka insanlarla tanıştığımda zevkle onların e

YÜZÜK

                                   Çok az şey öğrendim hayattan. Sanırım en önemlisi hayattan bir şeyler öğrenmenin ne kadar zor olduğunu   öğrenmekti; büyük çabalar sonucu hayattan çalabildiğim bir ders oldu bana ama belki de ben anlamamak istemedim bir türlü, bu kadar güzel ve temizken hayat. Üzülerek öğrendim hayatın ölümle ölümüne savaştığı acı sonu, beni daha yenemedi ama sevdiklerimden bazılarını vahşice aldı benden ve bana tek bir şey bıraktı. Kararmış bir yüzük ve sonrasında ona sahip olduğumu düşündüm. Eğlendim , güldüm , ağladım, lakin en çok güldüm sevdiğim insandan kalan kararmış yüzük parmağımdayken. Bir gün, herkesin sahip olduğu, o bir gün kaybettim yüzüğü.Yüzük parmağımdayken onun ölümüne ağlamamama rağmen yüzüğün yokluğuna da ağlamadım. Aradıysam da bulamadım yüzüğü. Sonra eve dönmeye koyuldum   yıldızlara bakıp düşünürken ve kediler geldi yanıma, üzgün gördükleri için sanırım ve ben de yürümeyi bırakıp oturdum onlarla. Parmağımda olması gereken yüzüğü arıyorlar

Kim bu adsız?

      Adsız yazıldığı üzere ismi olamayan biri.       Dünyada varolmuş, varolan ve varolacak her şeyin bir adı bulunurken isimlerin önemini pek düşünmemişizdir. İsmi olmayan birinin ne önemi olabilir ki? İsimlere takılmadan, isimleri olsa da hatırlanmayanlar için bu yazılar adsızdan gelmektedir.Adsızlık sıradanlığın yansımasıdır. Naçizane yayılanacak olan yazılar, Laszlo Krasznahorkai'nın "Savaş ve Savaş" romanındaki huzursuz Korin'in dürtüsüyle buraya aktarılıyor olucaktır. Ebediyete iletebilmek için. Adsız olan ebediyette de var olacaktır.            Birbirleriyle ilişkili olan ve olmayan bir çok yazının ortaya çıkmasını sağlamıştır, adsızın düşünceleri. Nitelikli olup olmadığına bakılmaksızın, yazım yanlışlarına ve noktalama işaretlerine dikkat edilmeden, anlamsız ve basitlikleri önemsenmemeksizin aktarılacaktır buraya.           Adsızı anlatmaya çalışmaya gerek yoktur, kim bu adsız sorusunu doğuran merağa gerek olmaması gibi.